19 Kasım 2012 Pazartesi

bloglar olmasaydı çok yalnız hissederdim :)

Bebekleri henüz 1 yaşını doldurmamış 20 30 kadar anne farkında olmadan bir grubun içindeyiz bu blog dünyasında.Bir şeyler araştırırken okuduğum bir postun yorumlarına ve izleyicilerine bakıyorum da hep takip ettiğim ya da beni takip eden kişiler.Benim takip edebildiğim kadarıyla en küçük olan Rüzgar.Üç tane de hamile blogunu izliyorum.Onların doğum hikayelerini bebeklerini çok merak ediyorum.Şimdi ben ne de olsa tecrübeli anne sayılırım.Gözlerimi belerte belerte "AAAaaaa öyle olmazzzzzzz,şöyle yapacaksın" gibi yorumlar yazacağım :)))

Son 5 aydır nefret ettiğim bazı cümleler var.Aklıma gelmişken yazayım istedim.

* Bunun karnı mı aç?

* Hasta mı ettin çocuğu?

* Emzir sen emzir o acıkmış.

* Bu çocuk böyle üşür/yanar.

* Pis annesi,çorba mı yedirmeye çalışıyormuş benim oğluma,ağlama gel oğlum yeme (Malum kişi)

Ay ne mübarek bir insanım.O kadar sinir olduğum şey varken sadece bu kadarını hatırlayabildim.Kötü olayları hafızamın en derin yerine hapis edebilmek kabiliyetini geliştirtdi hayat bana :)


5 aylık olduk :)

5 aylık olduk olmasına da Rüzgar hala sağa sola dönmüyor,ayaklarını tutmak gibi bir çaba sarf etmiyor.Belki bunda 36 haftalık doğmasının etkisi vardır bilemiyorum.Belki de biraz tembeldir :)) Bu gece ilk kez hiç uyanmadı sabah 8 de uyandı.Gündüz de çok uyudu.Ve dudağı büzerek bir iki kez ağladı.Belki de yeni bir büyüme atağı haftasına girdik bilemiyorum.Çevremdeki bazı arkadaşlarımın bebekleri bu aylardadönmeye başlamışlardı.Rüzgar'dan bir abüyük iki bebek var ,ikisi de kız onlar hem dönüyorlar hem de ayaklarını ağızlarına götürüyorlar.İnsan ister istemez kıyaslıyor.Ve geri kaldığını fark edince de üzülüyor.Biraz kilolu olduğu için gövdesini ve bacaklarını kaldırmakta güçlük çekiyor olabilir mi acaba? :)) Ben de oğlumun hımbıllığına kılıf uyduruyorum.Hani öyle anneler vardır ya :))) Ay çok güldüm kendime.Ayrıca ek gıda serüvenimiz de hiç de hayal ettiğim gibi sürmüyor.Türlü püreler çorbalar denedim ama ağzını mühürlüyor o kaşığı ağzına sokabilene aşk olsun.Ama milupanın tahıllı kaşık mamasını,kavanoz mamalerını ve benim yaptığım elma armut pürelerini seviyor.Kısacası tatlı şeyleri severek yerken,sıra sebzelere gelince ağzını smsıkı kapatıyor.Denk gelirde verebilirsem bir kaşık biraz bekletiyor ağzının içinde sonra da cırkkkk diye çıkartıyor :)))

Geçenlerde bu çocuk neden bu kadar az uyuyor diye hayıflanıyordum.Bugün bir şeyi keşfettim ki o her gözünü açışında ben uyandı zannedip "Günaydın anneciğim,neler gördün rüyanda?" filan diyorum ve hemen uykusu açılıyor.Bugün uyandığında hiç seslenmedim,beni al dercesine çığlıklar atana kadar bekledim ve iki kez tekrar uykuya daldı.Meğer ben uyandırıyormuşum çocuğu :)

Bu arada Berkhan ve Gaye İngiltere'ye taşınıyorlar.Çarşamba sabah  uçacaklar.Bu gece erkekler Berkhan'a bir veda gecesi düzenledi.Mehmet de orada.Ne yalan söyleyeyim özleyeceğim ikisini de.Google map ile kalacakları yeri gösterdi.Avrupa Birliği ülkelerine haritayla bakarken en son zumda bir kez daha tıklayınca üç boyutlu olarak caddeleri sokakları görebiliyorsunuz.Bugün biraz Paris'te gezdim.Sonra Prag'a gittim.Biraz dublin Temple Bar'da soluklandım.Bir bira içecektim ama emzikliyim diye vermedi barmen. :))


18 Kasım 2012 Pazar

Hayme Pahilyo'yu hatırlayan var mı?

Günlerdir aklıma eskilerden hatırladığım isimler geliyor.Çocukluğumdan şeyler...Hayme Pahilyo,Eduardo Capatillo,Maria Hovalkina filan.Benden başka hatırlayan var mı diye google'ladım isimleri elbette varmış hatırlayanlar.Sevindim.Sonra youtube dan çocukluğumun dizilerinin müziklerini dinledim.Annem kapıyı çaldı,açtım,elinde dopdolu bir file erzak.Babam geldi elleri simsiyah olmuş,taşıtlar amirliğine uğramış,araba arızalanmış o meyanda.Benim üzerimde mor kadife bir eşofman var.Saçlarım kısacık.Bit kapmışım okuldan.Kesilmişler.Dışarıda yağmur yağıyor.Annem yemek yapma telaşında.Babam ajans izliyor.Ben bulaşık makinasını içine koyup getirdikleri kartonu kendime ev yapmışım.İçinde mum yakıyorum,bir de bebeğim var...Erkek... :) Komiser Karl geldi aklıma sonra,sonra onun sevgilisi güzel Sam.Cosby Amca...Onların tekne kazıntısı küçük sevimli kızları.Pazar oldu günlerden.Kızarmış ekmek kokuyor salon buram buram.Televizyonda western bir film.Babam ıslık çalıyor.Annem kahvaltı hazırlama telaşında.Şimdi yazdıkça onlar tüm bunları yaparken ben neler yapıyordum hatırlamıyorum.Sadece oturuyor ve izliyor olamazdım.Hamilelik biteli beş ay oldu ama hala şu aptal duygusallık modundan kurtulamadım.Neyse nerede kalmıştık.Pazar sabahı...Yıllarca çocukluk işte hafta sonları güneş bir başka doğuyor sanırım.Daha parlak,daha sıcak,daha güzel,daha mutlu.Meğer güneş aynı doğarmış.Sadece ben annem,babamla olacağımı bildiğimden çok mutlu uyanırmışım.

Offf annemleri arayayım özledim galiba :)

12 Kasım 2012 Pazartesi

Çok uykum varken yazdım bunu ben

 Biraz fotoğraf eklemeli diye düşündüm.Dün Rüzgar'a ikea'dan bir uyku tulumu tulumu aldım.Bir çok yerden baktım.English home,zara,mothercare,f&f filan...Çoğunun iç malzemesi polyesterdi ve ölçüleri 0-6 aydı.Bu tulumum iç malzemesi pamuk ve 6-18 aylık bebek kullanabiliyor.Bacakları çıplakyatırdım dün gece.Ara ara fermuarını açıp üşüyüp üşümediğini kontrol ettim ve sonuç mükemmel :) sıcacıktı.
 Odamızdan kareler ...
 Varı yoğu Çikosu :)
 Soldan sağa , Snake,Sarman,Maymuş :)
 Şimdi yeni bir alışkanlık kazandırmaya çalışacağım.Tulumu giydiği anda uyuması gerektiğini anlayacak ve uyku moduna geçecek.Tabi bu benim umudum.Bakalım zaman ne gösterecek.Şimdi biberonla mama içeceğini önlük takmamızdan anlıyor ve heyecanlanıyor.Umarım bu tulum işi de aynı vazifeyi görür.
 Üzerindeki bu body 6-9 aylık f&f marka.Yaşasın kipa yaşasın f&f ,yaşasın mothercare'e vermek zorunda kalmadan da çocuğumu şık giydirebilme imkanı,yaşasın cebime kalan paracıklar :))
 Çoğu hediye olan ufak tefek oyuncaklar..plastik takıntım olduğundan,oyuncaklarımızın çoğu ya el örgüsü ya da ahşap olarak geliyor.


Bu da annesinin atkısına bağladığı oyuncaklarla çıldırasıya eğlenen Rüzgar Paşası :))

Herkese sevgiler.

Bu arada çekiliş olmuş.Hep geç kalıyorum bu tür aktivitelere.. :) Zeynep biiiiiirrrrrr sürü hediye almışşşş :) Güle güle kullansın.

Haydi öperim çokca :) Öpün sevin okşayın,mıncıklayın besleyin yıkayın uyutun bir daha sevin okşayın öpün kuzucuklarınızı...byeeeeeeeeee

1 Kasım 2012 Perşembe

Ayların Birikimi

Hayatımın hiç bir döneminde yaşadığı kötü bir olayı günlerce haftalarca kafaya takan bir insan olmadım.Ha çok dört dörtlük bir hayatım olduğundan mı?Değil.Hani şöyle birazcık eşelesem geçmişi derler ya roman olur diye bir kaç tane roman yazılabilir 31 senemden...Ancak doğumum ve sonrasında yaşadıklarımı bir türlü içimden atamıyorum.Her aklıma geldiğinde şükrediyorum,oğluma sıkı sıkı sarılıyorum.Onu çok sevdiğimi söylüyorum.Ancak dedim ya içimden atamıyorum.

Sezaryen ameliyatından çıktıktan sonra ayılma odası denilen yerde benden uzakta inleyerek yatan minnacık bir Rüzgar var,bu hikayenin ilk karesi olarak beynimde.Sonra düşünceler,onu bana verseler,yanımda olsa iyi ederim ben onu.Konuşurum anlayacaktır...Rahatlayacaktır.

Fetal distres dediler.Yaşama uyum sağlayamadı.İnleme problemi var.Şimdi götürüyoruz,siz odanıza gelince yanınıza getireceğiz.Çocuk doktoru görecek.

Tamamdı.O zamana kadar ben de kendime gelirdim.Kırmızı tacımı takar,makyajımı yapar,bir de o klasik hastane ilk pozundan çektirirdim.

Gelmedi Rüzgar.Saatler geçti.Gece oldu sabah verirler dedi annem.Sen dinlen.Sabah oldu.Doktor kontrol için geldiğinde,iyi olduğumu beni bugün taburcu edebileceklerini,bebeğimin de önemli bir şeyi olmadığını büyük ihtimalle bugün çıkarken eve götürebileceğimi söyledi.Sevinmiştim.Kalktım koridor boyu bir kaç kez yürüdüm.Canım yanıyordu.Hem içim ruhum,hem bedenim acıyordu.Yan odalardan bebek sesleri geliyordu.Hepsinin kapısında pembe ya da mavi süsler asılıydı.Gelenler gidenler bebek şekerleri,gülmeler...Benim kapımda süs yoktu.Öylece köşede duran hastane beşiği bomboştu.Annem yanımdaydı.Sus olmuş ağlayamıyordum.Sütüm kesilirdi,makyajım akardı,bebeğim beni böyle mi görecekti.

Nihayet taburcu saati geldi.Bebeğimin olduğpu yenidoğan yoğun bakım bölümüne gidip,görüş saatinin gelmesini bekledim.Benim gibi en az 20 anne vardı.Hepsi karınlarını tutuyor.Çoğu ağlıyordu.Neyse ki ben bugün oğlumu alıp evime gidecektim.Görüş saati geldi ismimiz okundu Mehmetle birlikte ilk kez oğlumuzu görmeye giriyorduk.Onlarca küvöz..Birinin başında acı acı öten,sesini yıllar geçse unutmayacağım bir solunum makinesi...Yazık dedim.Meğer o Rüzgarmış.Ağzından ciğerlerine,burnundan midesine hortum salmışlar.Ciğerleri patlamış,göğüslerinden delip havayı boşaltabilmek için hortum takmışlar.O minicik eline damar yolu açmışlar.Oysa ben alacaktım oğlumu...Düşmedim orada ama tökezledim.Bir yerlere tutundum.Hiç böyle hayal etmemiştim.

Çıkardılar beni yoğun bakımdan.Taburcu oldum eve geldim.Annem yanımda,babam yanımda,Mehmet yanımda.Ben hamile değilim artık.Ama bebeğim yanımda değil.Elim ayların alışkanlığıyla karnıma gidiyor.Hareket yok.O zaman gözüm beşiğe gidiyor,beşik boş.Telefona gidiyor elim,saat 19:00 'da bilgi veriyoruz diyorlar.15 gün her gün saat 13:00 de hastaneye sütümü götürüp,hortumlar,serumlar,makineler içinde yatan oğlumu seyrettim.Dünyanın en zor şeyi,doktorlardan onlar için çok rutin ve sıkıcı bir iş olduğunu belli ederek çocuğunun durumunu dinlemek.Ağzından bir güzel cümle dilenmek."Durumu stabil" cümlesini "Ölmedi yani bugün de,herşey yolunda,yani hala iyileşebilir di mi?" diye sorarak "İyiye gidiyor" a çevirme çabaları...

Orası öyle bir yer ki,görüş saati gelene kadar bebeği bizim gibi yoğun bakımda olan ailelerle sizinkinin nesi var,şu var bu var,kaç haftalık doğdu,kaç gündür burada vs.. konuşurken günler geçtikte kanka oluveriyorsunuz.Orada sosyal sınıf ayrımı yok,başı örtülü,açık,sosyetik,iyi,kötü ayrımı yok.Herkes anne.Ne zaman ki isimler okunuyor yoğun bakıma giriliyor,o biraz önce can ciğer kanka olduğun insanların bir tekini bile görmüyor gözün.Sabırla doktorun gelmesini beklerken "Canımmm,oğlumm,kızım,anneciğim" sesleri birbirine karışıyor.Ne tuhaftır ki annesinin sesini duyan bebeklerin çoğu narkoz etkisinde değilse uyanıp bakmaya ya da ağlamaya başlıyorlar.Rüzgar'ın küvöz kapağını hep besmeleyle açtım.Bir keresinde bana gülümsedi.Dünyalar benim olmuştu.Mehmet çocuk gibi ,sanki benim elimdeymiş gibi "Yaa Ece götürelim artık biz oğlumuzu eve" dedi.Çok zordu ona "Götüreceğiz,az kaldı" demek.

Dile kolay gelen 15 geceyi Rüzgar iyileşecek mi?Evimize gelecek mi? diye düşünerek geçirdim.

İnsanın ömrü boyunca unutmayacağı bazı sahneler vardır ya çok alakasız ama bunlardan biri üniversite yıllarında yurtta,odada tek başına oturmuş,kapının arkasına yapışık olan "Melekler Şehri" afişini dadikalarca izlediğim sahne.

Diğeri ise Rüzgar hastaneden çıkmadan bir önceki gün,yoğun bakım odasına girdiğimde Rüzgar'ın küvözünün olduğu yerde sadece bir beşik gördüğüm sahneydi.Solunum makinası yoktu,küvöz yoktu.Korkmuştum,paniklemiştim.Olduğum yerde kalmış oraya bakıyordum.Ne kadar bakakaldım bilemiyorum.Geriden "Bebeğin orada annesi" sesini duymuş ama ikna olmamıştım."Bir anda ağlamaya başladım "Hayır yok" diyordum.Beni tutup beşiğin kenarına getirdiler.Mavi bir battaniyeye sarılı küçücük oğlum vücudunda hortum takılıolmaksızın yatıyordu.Gözlerini açmaya çalışıyor,başaramıyordu.Orada telefonla konuşmak yasak.Hemen dışarı çıktım.Mehmet'i aradım."Mehmet Rüzgar küvözden çıkmış,hiç bir şey bağlı değil,öylece yatıyor" dedim."Ece sen ne diyorsun ya sen ne diyorsunnnnnnnnnn" deyip ağlamaya başladı.Ben de tabii.Sonra geri döndüm.1 saat sonra yemek zamanlarıymış.Beklerseniz emzirirsiniz dediler.Beklemez miydim?O bir saat nasıl geçti hatırlamıyorum.Emzirme saati geldi,koyun kuzuya karıştı.Nasıl emzireceğimi gösterdiler.Hiç acemilik yaşamadık oğlumla.Bir yandan emiyor bir yandan gözlerini gözlerime dikmiş bana bakıyordu.O anda kahkahalarla gülmeye başladım.Hepsi geçmişti.Oğlum iyileşmişti.Yarın eve götürebilirdik.Bir gün kontrol altında tutulması iyiydi.

O gece nasıl geçer,bu kadın nasıl uyur,nasıl uyanır,nasıl bekler saat 13:00 olsun.Buna kalp nasıl dayanır.Göz nasıl dayanır.Dayanıyor mutluluktan bu sefer akıyor yaşlar uzun uzunnnnn.

Nihayet saat 13:00 olduğunda aldılar bizi yine odaya.annesi giydir oğlunu,altını da değiştir.Epikrizi yazılsın çıkacaksınız dediler.O korktuğum minicik bedeni giydirirken hiç zorlanmadım.Bembeyaz tam vücuduna göre bir tulum,eldivenler ve şapka giydirdim.

Eve geldiğimizde de günlerce ağladım.Yaralarına baktım.Bir yandan emziriyor bir yandan ağlıyordum.Bir aksilik olacak ve onu tekrar hastaneye bırakmam gerekecek diye günlerce gecelerce uyumadım.

Bunu yazarken bu günleri tekrar hatırlayıp ağlamamaya söz vererek yazıyorum.Oğlum yanımda ,sağlıklı ona bakabiliyorum.

Bir anne hayattan başka ne ister ki?

Şablon Tasarımcısı Geldi Haaaanım

ahahhaha öliyim ben :)))) Nermin Erdem in postunu okuyunca bende yapacağım ben de ben de dedim ve an itibariyle  başladım. Şablon tasarımı öğreniyorum yani,abuk subuk bir sürü şey görünce "yazık takmış huniyi sonunda" demeyin deneme yapıyorum :))

Sonunda çok güzel bir şablon da yapabilirim ya da sinirleni,p en klasiğinden bir şablon seçip şablon yapmak senin neyine be kadın deyip 3 5 gün blogumdan uzak kalabilirim.

Bakalım hayırlısı.

Suskunlar ülkesinde Cumhuriyet Bayramı

29 Ekim 2012 Pazartesi 12:09

Bayram coşkusunu engelleme girişimleri, şişik egoların arkasındaki titrek güven bunalımını sergiliyor.
Biliyorlar ki, yok etmek istedikleri güzelliklerin yerine koyabilecekleri tek bir çakıl taşı bile yok.

Bütün değerlerin hiçlendiği zannıyla ulusal bayramların da coşkusunu tümden silmek isteyenler Cumhuriyetin yok edilmez ruhuyla yüzleşecek.

Tepkisizlik kıpırdanınca kimyaları bozulacak.

Çünkü, Onlara sonsuz hareket imkanı veren güç, ülkenin atmosferindeki boyun eğmiş sessizliktir.

Hüzün ve coşku sarmalındaki yurtseverlerin çığlığının ötesinde, kirli hava gibi siyah… Ağır sessizlik.

Cehaletin çağ ile hesaplaşmasının değişim sanıldığı bir karadelikten geçiliyor.

Duvar olmuş vicdanların kulakları sağır eden suskunluğu…

Geçmiş, gün, gelecek, vefa, umut, sevgi, hepsi uçmuş…

Kapağı kapatılmış bir cadı kazanında mutlulukla yaşayanlar, boğaz kıyılarında, lazerli havayi fişeklerle bayram kutlayacak… Sonra bir çoğu yine ölü toprağına gömülüp suskun hayatlarına geri dönecek.

Seslenişler sessiz kalabalıklara…

Herşey olağanmış gibi yaşıyor, düşler aleminde pembe tebessümlerle uyuyorsunuz.

Ülkenin aydınlık yürekleri çığlık çığlığa anlatacak, çağıracak sizi, yine duymayacaksınız.

Suçlarını bilmeyen insanların ömürlerinden çalan tutsaklığa susacaksınız…

Sahte deliller, tertipler, domino taşı gibi devrilecek, susacaksınız…


Bir şeriat kreasyonu, ona böyle konuşabilme özgürlüğü veren insana nefret kusacak, susacaksınız…

Şeyhler, şıhlar, meczuplar ve yobazlar ortalığa saçılacak…

Kimi “7 yaşındaki kız el öpemez” diyecek… Kimi Anıtkabir’in tepesine kubbe yapmaktan söz edecek…

Kimi de islam peygamberine parti logolu kimlik bastırıp, Başbakanı oğlu gösterecek…

Siz yine susacaksınız…

Dünyanın gözbebeği sanatçımız, bir şiir paylaştı diye mahkemeye çıkarılacak, susacaksınız…

Vicdanlar iflas edecek… Tutsak babalar oğullarının cenazesine bile gidemeyecek, susacaksınız…

Akşam Kürtlere çiçek atanlar, sabah oy kaygısıyla milliyetçi oluverecekler, susacaksınız….

Parti içindekiler bile virajlara yetişemeyip ters köşeye yatacaklar, ama siz yine susacaksınız…

‘Yurtta barış, dünyada barış’ esenliğinden ‘kindar ve dindar nesiller” curcunasına geçilecek…

Küresel rüzgarların önünde savrulanlar ülkenin bütün komşularını düşman edecek, susacaksınız…

Emperyalistlerin dünya paylaşımı uğruna savaş şarkıları söyleyecekler, susacaksınız…

Bu çığırtkanlar, askerleri kurşun, bebekleri porselen zannediyorlar… Ama susmak en iyisi… Siz susun!

“İnşallah Şam’a gideceğiz ve Emevi Camisi’nde namaz kılacağız.!” Diyenlerin ikinci valizlerinde ‘Oslo’ yazacak, siz tabii ki susacaksınız…

İnsanlara türkü söylemeyi yasaklayacaklar, susacaksınız…

Yola, suya, uçan kuşa vergi konulacak, susacaksınız…

Rekor faizlerle dünyaya tahvil satan ülkemizin ekonomisi büyüyecek(!) Aman ses etmeyin, büyüsün.

Ülkeyi işgal edenleri değil, bağımsızlık isteyenleri işgalci gösteren işporta filmlere gidin, eğlenin…

Diziler ‘hayat’, düzenin eteklerine yapışmış yaldızlı boşluklar ‘sanatçı’ olacak, alkışlayacaksınız…

Tarihi simge olmuş meydanlar kimbilir hangi korkularla insanlara kapatılmak istenecek, susacaksınız…

Devrimci çocuklarını anmak, mezarlarına çiçek koymak, ailelerine bile yasaklanacak, susacaksınız…

Dağlar, ormanlar, kıyılar, madenler, çokuluslu devlerin rantı için yağmalanacak, susacaksınız…

Terör kangreni “şehit haberleri yazmayın” fermanıyla çözülmeye çalışılacak, susacaksınız…

Nerdeyse, hilesiz hiçbir sınav yapılmayacak, çocuklarınızın hakları, yarınları çalınacak, susacaksınız…

Devletin resmi televizyon kanalında iktidar renginde yayın yapılacak, ulusal havayolllarına ait uçaklara bazı gazeteler giremeyecek… Konuşmaya değmez, susun! Hele ki, olan bitenden hoşnutsanız…

Ülkenin yarısı diğer yarısını yok sayacak, “yazıktır, yapmayın” bile demeyeceksiniz… Susacaksınız.

Konuşmayın… susmaya devam edin. Sessiz bir eski zaman filminde hızlı çekimde koşuşturun…

Ya hiçbir şeyin farkında değilsiniz… Ya hayatınızdan memnunsunuz… Ya da korkuyorsunuz…

Sonuç olarak duvar gibisiniz kardeşim.

Ama 364 gün susuyorsanız, 365.nci gün haketmediğiniz bayramları kutlamayın.

Elbirliğiyle yarattığınız bu mor günler, ‘suskunların utanç çağı’ olarak tarihe geçti bile.

Ama korkmayan, susmayan, asla pes etmeyen, aydınlık yürekli Cumhuriyet Çocukları da var…

Ve bütün gücü ellerinde bulunduranlar, onların coşkusundan, dirençli umutlarından çok korkuyor.

O kadar korkuyorlar ki, bitiremeyecekleri Cumhuriyet sevgisini biber gazı ile kucaklıyorlar.

Karanlığa teslim olmayan aydınlık yüreklerin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.

Işık ve sevgiyle…





İlhan İREM